17 Kasım 2008 Pazartesi

Takılıp Kalmak


Zaman zaman takılıp kalıyorum. Bu işe başlayalı 8 sene olmuş da elde ne var? Hala yaşayan bir zeytin, üç lantana camara, yani mine çalısı, bir begonvil (yukardaki değil), bir Japon gülü, bir süs narı... Sonra büyüklü küçüklü bir sürü sonradan eklenen... Ve tabii bir sürü de eziyete katlanamayıp giden...
Bahçenin çeşitli yerlerine dağıtılmış duran öbeklere bakıyorum, sonra akşam bir de çektiğim fotoğraflara bakıyorum... Bir arpa boyu mu desem mi, evet, en iyimser yaklaşımla bir arpa boyu ilerleme...
Aslında çoğunun yaşıyor olması bile bir mucize. Bu mucizenin yanı sıra biraz da gelişme kaydetseler...
Neyse ki internet var ve internette bazı teselli dolu yazılar.
Mümkün olduğunca çok bonsai yapın diyor, örneğin bir tanesi. Başlangıçta 500 tane bonsai'iniz varsa 20 sene sonra elinizde hiç değilse 50 tane kalır çünkü başarı oranı yalnızca yüzde 1. Hem ayrıca deniyor bir başka yazıda, ne kadar çok bitkiniz varsa her gün üzerinde oynama imkanınız o kadar azalır ve bitkiler kesinlikle esas olarak rahat bırakılmalı.
Yanlış anlaşılmasın, bitkilerimle uğraşmayı seviyorum. Dinlendirmeleri, zihnimi boşaltmaları bir yana sürekli yeni şeyler öğrenmeyi de zevkli hale getiriyorlar. Ne zaman nasıl budanır, hangi bitki hangi toprağı sever, kim güneş kim gölge sever, su verme yöntemleri, soğuktan korumanın yolları, kök geliştirmek nasıl olur...
Rekabetçi bir ortama doğan insan her işine başkalarının gözüyle bakmaya o kadar şartlanmış ki eğlence için yaptığı bir şeyde, bir hobbide ille de kısa zamanda başarılı olmak, takdir görmek istiyor.
O muhteşem bonsai örneklerine bakıp da benim eciş bücüşlerime o adı yakıştırmak mı, haşa...
Ama ben Doğuluyum ve Doğulular sabırlı olurlar. Bir çiçekçiden aldığım yetişmiş bir bitkiyi kesip biçerek bir heykel yapma derdinde değilim. Çoğunu çiçekçiden almış da olsam yaptığım bir sürü yanlış yüzünden (örneğin belli bir seviyeye gelmeden en dar saksıya hapsetmeye kalkmak gibi ya da yeterince gübrelemediğim ya da sulamayı unuttuğum ya da yanlış yerden budadığım ya da kıyamayıp çiçeklerini yolmadığım için) bir türlü büyümeyen bitkilerimle bazen onların istediği bazen benim kabul ettirmeyi başardığım yönde ilerlemeye çalışıyorum.
Bitkiler canlı. Besin ihtiyaçları var. Büyüme inatları var. Mevsimine göre başkalaşan talepleri var. Zaman zaman uyumak zaman zaman coşup esmek istiyorlar. Doğal düşmanları var ve ben, bu düşmanlardan biri olmamalıyım.
Zeytin hariç hangisi ne kadar yaşar doğrusu bilmiyorum ama belki bir gün uzun ömürlü ağaçları da koleksiyonuma katarım ve kim bilir belki torunumun torunu bir gün bir tanesini eline alır ve evet bu bir gün bonsai olabilir der.
Sabrı abarttım mı?
Galiba.
Uzlaşalım. Ben öğrenmekten vazgeçmeyeyim ve sonunda bir gün bir bitkiyi elime aldığımda onun özünü göreyim, kendiminkini değil.

Hiç yorum yok: