16 Nisan 2008 Çarşamba

Ve gene budamak...


Ve bahar gelince kitaplara, daha doğrusu internet sayfalarına gömülmenin işe yaradığı ortaya çıktı. Ağustos ayında yaptığım radikal budamanın sonuçları hiç fena değil. Nispeten sıcak geçen kış aylarının da katkısıyla Şubat ayı sonlarından itibaren tüm bitkiler yeniden elden geçti. Yapraklarını dökmeyenlere diyecek yoktu. Bir güzel de gözlenmişler, yaprak verdi verecek... Gözlerinin yaşına bakmadan bir de radikal kök budaması yaptım. Kalınlaşmış gövdeleri ve dallarıyla şimdi yaprak içindeler, hatta kimisi çiçek bile açtı.
Yapraklarını döken bitkilerde durum biraz ümitsiz görünüyordu. Bazılarını da o kadar radikal kesmişim ki... Bir gövde ve tek bir dal. Bir türlü doğru, yani suya dayanıklı kalemi bulamadığımdan etiketleme operasyonu da başarısız olunca saksılardaki gövdelerin ne olduğu tam bir bilmeceye dönüştü. Kökleri fazla oynatmadan toprak değişimiyle eski keçi gübresi takviyesi dışında bu bitkilere fazla dokunmadım. Ve heyecanla beklemeye başladım. Ya bana toptan küseceklerdi ya da buna da şükür deyip kendilerini doğal gelişim sürecine kapıp koyvereceklerdi.
Neyse ki çoğu ikinci şıkkı tercih etti. Erguvandan ıhlamura, asmadan kiviye, paşa kılıcı, çivit... hepsi şimdi şıkır şıkır. Kimselere göstermiyorum çünkü güzelliklerini henüz yalnızca ben görebiliyorum, hala çok cılızlar. Çok değil, on sene sonra müthiş olacaklar, bundan eminim.
Bu arada ben kitaplarda (ya da internette) anlatılan bir şeye gerçekten çok sinirleniyorum. Şöyle tavsiyelerde bulunuluyor: Çiçekçilerden gövdesi iyi gelişmiş bir bitki alın, onu saatler, günler süren budama, kesma biçme sonucunda güzel bir saksıya oturtun (bu arada olduğundan daha yaşlı görünmesi için yapılan bazı hileler de anlatılıyor elbette), işte size yaşlı bir bonsai. Bu bana işin ruhunu satmak gibi geliyor. Bir an önce başarı, el çabukluğu marifet... Adım adım gitmek, sabrı öğrenmek bu işin neresinde peki? Ya da ruhunu sabırla eğitmek. Bir bitkiyi her ele alışında önünde saygıyla eğilmeye ne oldu? Çıkan her yaprağı selamlamaya, gösterdiği her gelişmeyi sevinçle karşılamaya...?
Bitkiyi saksıya hapsediyoruz hapsetmesine ama onunla uğraşmakla bir çocuk yetiştirmek arasında o kadar çok benzerlik var ki! Adım adım, yoklaya yoklaya, deneye yanılana, onun gelişimi için uygun şartları yaratma peşinde koşarak, gelişiminin her aşamasında onunla sevinerek, her gün onu biraz daha sevip ona biraz daha bağlanarak, bu arada dünyayı onun gözleriyle görmeyi, onun şartlarını anlayıp kabul etmeyi öğrenerek...
Ben bahçemin bana sunduğu, çekirdekten çıkma küçük filizleri ya da budamaların sonuçlarından yeniden köklendirmeyi başardığım bitkileri yeğliyorum.
Hatalarımı biliyorum. Her şeyden önce cesur değilim, fazla yaratıcı da değilim. Teknik eksikliğim de çok. Güzel bir uç nasıl yapılır, dallar nasıl zenginleştirilip güçlendirilir, hala bilmiyorum. Tek tek bitkiler hakkındaki bilgilerim de henüz çok yetersiz. Ama her sabah tek tek hepsini dolaşıp hal hatır soruyorum. Akşam tek tek hepsine iyi geceler diliyorum. Dediğim gibi, şunun şurasında bir 10 senecik sonra onların da benim de durumum ne kadar farklı olacak...
O güne dek budama, kesme, koparma... Yanlış şekillendirmeler, durup dururken yeşermekten vazgeçen dallar, bir türlü istediğim yerden uç vermeyen dallarla boğuş dur işte.